27 Mayıs 2015 Çarşamba

CELCELUTİYE KASİDESİ , SEKİNE DUASI : Risale-i Nur ve Hz. Ali : Hz. Ali’nin Kucağına Cebrail’in Düşürdüğü “KASİDE-İ CELCELUTİYE” ve SAİD NURSİ’ye YAPILAN İŞARETLER!



Celcelutiye Kasidesi



Celcelutiye Kasidesi

Hazret-i Ali radiyallahü anh tarafından Celcelutiye adıyla ve cifir ilmine göre bir çok tarih de düşürülerek Süryani diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir. Yüksek ve tesirli bir duadır. Bir isimler hazinesidir. Allah`ın rahmetini celb etmesi hasebiyle bir rahmet hazinesi veya bir Cennet hazinesi demek de mümkündür. Allah`ın en büyük ismi olan İsm-i Azam bu duanın içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duayı okuyarak Allah`a sığınan kimsenin, dünya ve ahiret işlerinde çok kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir.

İmam-ı Gazali Hazretleri nakleder ki: Cebrail Aleyhisselam Peygamber Efendimiz`e (asm) dedi ki:

`Ya Muhammed! Rabb`in sana selam ediyor ve selamın en mükerremini sana tahsis buyuruyor. Sana bu hediyeyi ihsan buyurdu.`

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm): `Ey kardeşim Cebrail! Bu hediye nedir?` dedi.

Cebrail Aleyhisselam: `Bu hediye, içinde İsm-i Azam ile en kapsamlı kasem bulunan büyük duadır` diye cevap verdi.

Sekine Duası, tamamı Kur'an'da geçen Allah'ın güzel isimlerinden ve ayetlerden oluşmaktadır.

SEKİNE DUASI Okunuşu
Niyet( ne için ve ne maksatla okunduğuna niyet etmek)
İstiğfar (7 DEFA)
Salavat-ı Şerife ( 7 DEFA)
Allah-u Ekber (10 DEFA)
Altı Esma her ayetle beraber okunacak.(19 DEFA)
Her okumada besmele çekilir sonra FERDÜN, HAYYUN, KAYYUMUN, HAKEMUN, ADLUN, KUDDÛSUN."denir ve 1. ayet okunur bu sırayla 19 kere okunur.
Sonra tekrar besmele ,6 esma ve 2. ayet okunur.19 ayet bitene değin aynı şekilde okunur.

6 esma:FERDÜN, HAYYUN, KAYYUMUN, HAKEMUN, ADLUN, KUDDÛSUN."

ayetlerin mealleri
1- Allah her sıkıntıdan sonra kolaylık lütfedecektir.
2- Yüzlerin sıkıntısı Hayy-ı Kayyûm içindir.
3- Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
4- Allah tövbeleri çok kabul edici ve kullarına çok merhamet edicidir.
5- Muhakkak ki, Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
6- Muhakkak ki, Allah her şeye gücü yettiği halde çok bağışlayıcıdır.
7- Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi hakkıyla görür.
8- Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetle yerine getirir.
9- Muhakkak ki, Allah sizin üzerinizde gözeticidir ve her halinizi görür.
10- Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık.
11- Ve Allah sana pek şerefli bir zaferle yardım etsin.
12- Şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek gâliplerin tâ kendisidir.
13- Muhakkak ki Allah, azabında pek kuvvetlidir ve kudreti her şeye galip olandır.
14- Muhakkak ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve her türlü övgüye lâyık olan ancak Allah'tır.
15- Allah bana yeter. O'ndan başka ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur.
16- Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.
17- En büyük korku olan kıyâmetin dehşeti onlara üzüntü vermez.
18- Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım isteriz.
19- Ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.




Risale-i Nur and Hz. Ali

Risale-i Nur eserlerini okuyanlar, bu eserlerde Hz. Ali'ye ve çeşitli vasıflarına sıkça atıfta bulunulduğuna şahit olmuşlardır. Hatta Risale-i Nur'da en sık ismi geçen sahabi Hz. Ali'dir.1 Bu çalışmamızda, Risale-i Nur'da Hz. Ali'nin üzerinde durulan, atıfta bulunulan, önemsenen ve haliyle örnek olarak bizlere sunulan hususiyetleri ile Hz. Ali'nin Risale-i Nur'la olan ilgisi üzerinde durulacaktır.

Bediüzzaman, eserlerinde Âl-i Beyt'in manevi şahsiyetinin mümessili hasebiyle, Hz. Ali'ye çok ehemmiyet verir. Bunun en önemli nedeni, İslam tarihinden bu yana Al-i Beyt tarafından yerine getirilmiş olan Kur'an ve İslam'a hizmet metodu ve misyonunun Risale-i Nur talebelerince tevarüs edilmiş olması ve bu mirasa sahip çıkılmasıdır.

Bediüzzaman, hem kendisi hem de Risale-i Nur ve Risale-i Nur talebeleri ile Hz. Ali, Hz. Hasan ve başta Şâh-ı Geylani olmak üzere Ehl-i Beyt arasında ciddi manevi bir münasebet görür. Bu hususta Risale-i Nur metinleri içinde telif edilmiş olan "Sekizinci Şua", "On Sekizinci Lem'a", "Yirmi Sekizinci Lem'a" ile Gavs-ı Azam'ın Kerâmet-i Gaybiyesi hakkındaki "Sekizinci Lem'a"da genişçe izahlar ve değerlendirmeler yapılmıştır.

Bediüzzaman, kendisini Hz. Ali'nin manevi bir evladı, Al-i Beyt'in bir ferdi olarak takdim eder. Kendi ifadesi ile: "Gerçi manen ben Hz. Ali'nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde, ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam'ın bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt'ten sayılırım."2 der. Nesep olarak da kendisinin hem Hasenî hem de Hüseynî olduğunu ifade ettiği bazı kaynaklarda yer almaktadır.3

Bediüzzaman'ın yukarıdaki manayı teyid eden başka bir ifadesi de şu şekildedir: Ben üveysi bir tarzda bir kısım hakikat ilmini Hüccetü'l-İslam İmam-ı Gazali'den almışım. Şimdi anlıyorum ki, İmam-ı Gazali aynı dersi üveysi bir tarzda İmam-ı Ali'den almıştır. "Demek İmam-ı Ali'nin mühim bir şakirdi olan İmam-ı Gazali'nin (k.s) başı üstünde bu biçare talebesine şefkatkârane, tesellidarane, en sıkıntılı bir anda bakması, acib değil belki lazımdır."4

Bilindiği gibi, üveysilik, üveysi tarz v.b. ıstılahlar özellikle İslam tasavvufunda Veysel Karani (r.a.) ile Peygamber Efendimiz arasında vicahen ve şifahen; yani yüz yüze olmayan, manevi olarak tesis edilen bağlılık ve münasebete telmihen kullanılmaktadır. Veysel Karani nasıl ki, Hz. Peygamber'i görmeden onun dersini talim etmişse, Bediüzzaman da, Gavs-ı Azam (k.s), Zeynelabidin (r.a.), Hz. Hasan ve Hüseyin vasıtası ile Hz. Ali'nin dersini talim emiştir.5

İşte Bediüzzaman, kendisi ile Hz. Ali arasında da bu duruma benzer bir ilişki olduğunu ve dolayısıyla kendisi ve Nur Talebelerinin hizmet dairelerinin bu sayılan zatların hizmet daireleri ile aynı olduğunu beyan etmektedir. Keza Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası isimli eserinde, Hz. Ali'nin, Risale-i Nur'un üstadı ve kendisinin de hakaik-i imaniyede hususi üstadı olduğunu ve Risale-i Nur'a Celcelutiye kasidesinde rumuzlu işaretiyle pek çok alakadarlık gösterdiğini beyan eder.6

Nur Külliyatı'nda, "Risale-i Nur, Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali'nin bir manevi hediyesi ve eseri olarak" takdim edilir.7 Ayrıca " Nur Şakirtleri'nin üstadı İmam-ı Ali olduğu"8ve "Nurun mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt'in esas olduğu"9 beyan edilir.

Hz. Ali, Risale-i Nur'da, Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan'ın en mühim bir talebesi, Kur'an ilimlerinin birinci naşiri10 ve Âli Beyt'in manevi şahsiyetinin temsilcisi11 olarak vasıflandırılmıştır.

Risale-i Nur'da; Peygamber Efendimizin, nazar-ı nübüvvetle ileride Hz. Ali'nin çok musibet ve ithamlara maruz kalacağını görerek onu ümitsizlikten ve ümmeti de onun hakkında su-i zandan kurtarmak için "Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir."12 mealindeki hadis-i şerif nakledilir.13

Ayrıca, Nur Külliyatı'nda, Hz. Peygamber'in, kendisi dahil olmak üzere, abasını Hz. Ali'nin de içlerinde bulunduğu beş kişi üzerine örtmesi ile "Hamse-i Âl-i Aba"dan sayıldığı ve Hz. Peygamberin bu hareketiyle Hz. Ali'yi istikbalde çıkacak olan dahili fitneler dolayısıyla onu ümmet nazarında aklama gayesini güttüğü ifade edilmektedir.14

Bediüzzaman, Hz. Peygamber'in (a.s.m) Hz. Ali'nin şiasına olan övgüsünün, Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e ait olduğuna, zira Hz. Ali'ye olan muhabbetlerinin dengeli ve istikametli muhabbeti temsil ettiğine ve hadisçe bildirilen tehlikeli ifrat-ı muhabbetten sakındıklarına dikkati çeker.15

Risale-i Nur'da, halifeliğin kendisinden zorla alındığı bağlamındaki bir soruya cevap sadedinde, Hz. Ali'nin kendisinden önceki halifelerin şeyhülislamlığını yaptığını, şayet onları ve onların idaresini benimsemezse kesinlikle bu görevi kabul etmeyeceğini, haliyle halifeliğin kendisinden zorla alındığını iddia edenlerin sözlerinin hakikat olmadığını ve bu iddianın, Hz. Ali'yi, "olduğu gibi görünmeme", yani "takiyye" yaptığı şeklinde bir istifhamı içerdiği beyan edilir.16

Hz. Peygamber'in neslinin devam ettiricisi olarak Hz. Ali üzerinde durulur. Peygamberimizin "Allah her peygamberin neslini kendi sulbüne koydu, benim sulbümü ise Ali'nin sulbüne koydu" keza, "Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır" hadis-i şerifleri nakledilir.17

Bediüzzaman, Fetih Suresi'nin son ayetinin18 Hz. Ali ile ilişkisini kurar. Bu ayeti; saltanat ve hilafete tam liyakatle ve kahramanlıkla girdiği halde, zühd, ibadet, fakr ve iktisadı seçen, rüku ve sücuddaki devamı herkesçe teslim edilen Hz. Ali'nin, (r.a.) gelecekteki durumunu ve o fitneler içindeki çarpışmalar nedeniyle mesul olmadığını, isteğinin Allah rızasını kazanmak olduğunu haber verdiği şeklinde tefsir eder.19

İsm-i Azam'ın herkes için bir olmadığı, örneğin Hz. Ali için İsm-i Azam'ın, "Ferd, Hay, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs" olmak üzere altı olduğunu izah sadedinde Hz. Ali'nin ismi geçer.20 Hz. Ali'nin bu değerlendirmesini Bediüzzaman aynen kabul etmiş olmalı ki, bu isimlerin genişçe izah edildiği "Esma-i Sitte" Risalesi olarak bilinen 30. Lem'a'yı telif etmiştir.







Hz. Ali'nin, tahdis-i nimet olarak ilminin genişliğine ve şümulüne işareten "Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun. Sözümüze şüphe edenler zelil olur." sözüne dikkat çekilir.21

Yine Risale-i Nur'da, Hz. Ali, esrar-ı huruf ve cifir ilminde üstad-ı mutlak olarak tavsif edilmektedir.22

Bediüzzaman'ın vefatından önce talebelerine verdiği önemli bir ders olan son mektubunda "Kur'an'a hizmetteki acib ihlası nereden ders aldın?" mealindeki bir soruya cevap sadedinde "iki noktadan" diye cevap veriyor. Verilen cevabın ikinci noktasında, Hz. Ali'nin ihlas ve ubudiyetteki hassasiyetini şu örnekle nazar-ı dikkate sunuyor: Kendi şahsını ve hayatını düşünmeyerek, tam huzur içinde namazını eda edebilmek için, namaz esnasında kendisine tam bir emniyet sağlayacak bir muhafız ifriti dergah-ı İlahi'den niyaz etmiş.23 Yine aynı yerde Hz. Ali kahraman-ı İslam olarak nitelendirilir.24

Risale-i Nur'da, Hz. Ali'nin çok önemsenen bir yönü de adalet timsali oluşudur. Hz. Ali hilafet-i İslamiye'yi Kur'an'da mevcut ve kendisinden önceki üç halife döneminde de tatbik edilmiş olan "adalet-i mahza" esasları üzerine oturtmak istemiş ve bu istikamette içtihadda bulunmuştur. "Cemel Vakası" olarak tarihe geçmiş olan hadise aslında Hz. Ali'nin temsil ettiği "adalet-i mahza" ile muhaliflerinin temsil ettiği "adalet-i izafiye"nin çatışmasıdır. Bediüzzaman bu tartışmada Hz. Ali'nin isabet; muhaliflerinin ise hata ettiğini beyan eder.25

Nur Külliyatı'nın en önemli risalelerinden olan Uhuvvet Risalesi'nde, Hz. Ali ihlas timsali olarak tanıtılır ve bu bağlamda aşağıdaki menkıbe bize örnek olmak üzere aktarılır. "Bir vakit İmam-ı Ali bir kafiri yere atmış, kılıncını çekip keseceği zaman, o kafir ona tükürmüş. O, kafiri bırakmış, kesmemiş. O kafir, ona demiş ki: 'Neden beni kesmedin?' Dedi: Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim, nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim. O kafir ona dedi 'Beni çabuk kesmen için (maksadım) seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.' dedi."26

Bediüzzaman sair İslam alimleri gibi Hz. Ali için, "Şah-ı Velayet" ve "fütuhat-ı İslamiye'nin pehlivanı" unvanını kullanır.27

Risale-i Nur ile Hz. Ali arasındaki önemli bir bağlantı ve kesişme noktası da Bediüzzaman'ın, dolayısıyla "Nur Talebelerinin" evradları içine girmiş dua metinlerinde görülmektedir. Bunları çok kısa bir şekilde tanıttıktan sonra bunlarla irtibatlı olarak sayabileceğimiz ebced ve cifir ilmine de atıfta bulunacağız.

a- Celcelutiye: Hz. Ali'ye ait bir kaside olan ve menşei vahye dayanan28 bu kaside, İmam-ı Gazali gibi bir çok imamların şerhine mazhar olmuştur. Cifirli, ebcedli ve sırlı bir kaside olarak tavsif edilmektedir.29 Bu kasidenin özellikleri ile Risale-i Nur ve müellifine olan işaretleri "Sekizinci Şua" ile "Yirmi Sekizinci Lem'a" da etraflı bir şekilde anlatılmaktadır.

b- Ercuze: Hz. Ali tarafından vezinli olarak yazılan ve gelecekten haber veren meşhur bir kasidedir. Bediüzzaman, bu kasideden hem İslam'ın ilk dönemi, hem de Risale-i Nur'la ilgili bir kısım vakaları cifir ve ebced hesabıyla istihrac eder.30Bu kaside ile ilgili geniş malumat "On Sekizinci Lem'a" da yer almaktadır.

c- Sekine: Sükun ve itminan, temkin, nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti şeklinde tanımlanır. Hz. Ali'ye atfedilen ve menşe itibariyle aslı vahye31 dayanan, kalp rahatlığı ve kuvveti veren çok mühim bir duadır. İçerisinde 19 harfli 19 ayet bulunmakta olup, İsm-i Azam'ı da ihtiva ettiği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman, her gün bir çok kere bu isimleri zikir suretinde tekrar etmiştir.32

d- Cevşenü'l Kebir: Matbu Cevşen'in hemen girişinde bu dua ile ilgili olarak; "Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Cebrail Aleyhisselam'ın vahiy ile getirdiği ve 'zırhı çıkar bunu oku.' dediği gayet yüksek ve çok kıymettar bir münacat-ı Peygamberîdir ki; Zeynelabidin'den (r.a.) tevatürle rivayet edilmiştir." notu bulunmaktadır. Bu duanın Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından hususi olarak Hz. Ali'ye talim edildiği rivayet edilmektedir. Bediüzzaman, Sünni ana kaynaklarda yer almayan Cevşenü'l Kebir'i Ehl-i Sünnet'e tekrar tanıtır.33 Ve Cevşen'i Ehl-i Beyt'in manevi gayet mühim bir mirası ve maden-i feyzi olarak vasıflandırır.34 Bediüzzaman, Cevşenü'l Kebir'i kendisine üstad yaptığını ve günlük vird olarak okuduğunu beyan etmektedir.35Gerek Bediüzzaman'ın hayatında ve gerekse Risale-i Nur'a menşe ve mehaz olması açısından Cevşen'in yeri ve etkisi büyüktür.36

e- Cifir ve Ebced İlmi: Bediüzzaman'ın Hz. Ali ile münasebetini gösteren unsurlardan biri de ebced ve cifir ilmidir.37 Hz. Ali'nin istikbale ait bir çok işareti bu ilimleri kullanarak verdiği, Nur Külliyatı'nın muhtelif yerlerinde geçmektedir.38Hz. Ali, Nur müellifini adeta verdiği bu gaybî haberlerin şifresini çözecek bir muhatap olarak görmüştür. Risale-i Nur'da, Hz. Ali'ye atfedilen ehemmiyet hem ondaki mesajların çokluğundan, hem de Bediüzzaman'ın, küfrü mutlaka karşı İsevilerin dindar ruhanileri dahil, bütün iman ehlini, birlik ve beraberliğe çağırma davasında, Hz. Ali sevgisini öne çıkaran Şii ve Alevi Müslümanlara ulaşmada Hz. Ali'nin bir ortak payda, sağlam bir köprü oluşu etkili olmuş olabilir.39

Sonuç

Hz Ali'nin Risale-i Nur'a bu derece alakadarlığı ve Risale-i Nur'da, Hz. Ali'nin gerek şahsının sahip olduğu yüksek meziyetlerin ve gerekse hilafeti zamanında uyguladığı "adalet-i mahza" anlayışının çağımız iman ve Kur'an hizmetkarlarına numune-i imtisal olarak takdimi elbette çok anlamlıdır. Bu durum şükrü gerektiren bir mazhariyet olduğu kadar; büyük ve ağır bir vazifeyi omzuna almış olmanın büyük ve hassas sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorumluluğun ana öğesini ise "ihlas "oluşturmaktadır. Bediüzzaman, bu hususu, havf-reca, celal-cemal, takdir ve ikazı içinde barındıran bir üslupla, şöyle dile getiriyor:

"Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz."40

Öz

Risale-i Nur eserlerini okuyanlar, bu eserlerde Hz. Ali'ye ve çeşitli vasıflarına sıkça atıfta bulunulduğuna şahit olmuşlardır. Hatta Risale-i Nur'da en sık ismi geçen sahabi Hz. Ali'dir. Bu çalışmamızda, Risale-i Nur'da Hz. Ali'nin üzerinde durulan, atıfta bulunulan, önemsenen ve haliyle örnek olarak bizlere sunulan hususiyetleri ile Hz. Ali'nin Risale-i Nur'la olan ilgisi üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Hz. Peygamber, Âl-i Beyt, Hz. Ali, Risale-i Nur, Bediüzzaman



Abstract

Those who read the pieces from Risalei Nur witnessed often references to Hz. Ali and to some of his characteristics. Even, the mostly mentioned companion of the prophet is Ali. In this article, we try to express the relevance of Ali to Risâlei Nur and also want to draw attention upon his personal characteristics which is emphasized, referred, mostly regarded and presented as models.

Key Words: Hz. Prophet, People of the House, Hz. Ali, Risâle-i Nur, Bediüzzaman

Dipnotlar

1. Hz. Ebubekir'in 44, Hz. Ömer'in 41, Hz. Osman'ın 17 ayrı yerde ismi geçmesine mukabil H. Ali'nin tam 157 yerde ismi geçmektedir.

2. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 261.

3. Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, C. I, s. 36.

4. Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, s. 327.

5. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 61.

6. Nursi, a.g.e., s. 200.

7. Nursi, a.g.e., s. 143.

8. Nursi, a.g.e., s. 210.

9. aynı yer.

10. Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, s. 424.

11. Nursi, a.g.e., s. 29.

12. Tirmizi, Menakıb:19.

13. Lem'alar, s. 29.

14. a.g.e., s. 97.

15. a.g.e., s. 30.

16. a.g.e., s. 31.

17. a.g.e., s. 335.

18. Fetih Suresi: 29.

19. Lem'alar, s. 37.

20. a.g.e., s. 332.

21. Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yay., s. 2079.

22. Nursi, Lem'alar, s. 325.

23. Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 218-19. Bu niyazda, İkinci Lem'a'da zikredilen, Hz. Eyyub'un, şahsının çektiği sıkıntıyı nazara almayıp, şifa için duasını erteleyip ne zaman ki hastalığı ibadet yapmasına engel olmaya başladı, ellerini açıp "Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor" diye dua etmesindeki incelik ve nükteyi görmek mümkündür.

24. a.g.e., aynı yer.

25. Nursi, Mektubat, s. 50.

26. a.g.e., s. 259.

27. Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 113.

28. a.g.e., s. 112.

29. Nursi, Lem'alar, s. 325.

30. a.g.e., s. 191.

31. Buradaki vahiy kavramının Peygamberlere gelen vahiy ile karıştırılmaması gerekir. Zira arada mahiyet ve derece farkı vardır.

32. Nursi, Lem'alar, a.g.e., s. 197,336; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 109.

33. Bediüzzaman'ın Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki birleştirici vasfı burada da kendisini gösterir.

34. Nursi, Lem'alar, a.g.e., s. 336.

35. aynı yer.

36. Cevşen ile ilgili geniş bilgi için bkz. Peygamberimizin Cevşen Duası, İttihad Yayınları, İstanbul 1996; Abdulkadir Badıllı, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, Envar Neş. İstanbul 1994, s. 412.

37. Bu ilim ile ilgili olarak Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993. C. I, s. 287-88.

38. Badıllı, a.g e., s. 925-995.

39. İbrahim Canan, Alevilik Sünnilik Meselesi, İstanbul 2002. s. 53. Benzer bir değerlendirme Türk-Kürt ilişkisi noktasında da yapılabilir. Bediüzzaman'ın Kürt bir coğrafyada dünyaya gelmesine, zamanın tedris dilinin Arapça olmasına rağmen, eserlerini Türkçe olarak yazması, hayatının önemli bir kısmının Türkler arasında geçmiş olması ve kendisine hizmet eden talebelerinin ekserisinin Türk olması ve meşhur bir siyasetçinin deyimi ile, "Nur Talebelerinin Türk'ü, Türkçü değil; Kürd'ü, Kürtçü değil" tespitinden de yola çıkarak, Türk-Kürt gerginliğinin giderilmesinde Risale-i Nur, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada ortak payda oluşturma, iman kardeşliğini pekiştirme fonksiyonunu icra edecektir.

40. Nursi, Lem'alar, s. 224.


Hikmet HOCAOĞLU

Hz. Ali’nin Kucağına Cebrail’in Düşürdüğü “KASİDE-İ CELCELUTİYE” ve SAİD NURSİ’ye YAPILAN İŞARETLER!


KASİDE-İ CELCELÛTİYE

Bismillahirrahmânirrahîm

1) Ruhumun kendisiyle doğru yolu bulduğu bismillah ile başlarım! Besmele içine dürülmüş sırları keşfetmeye!



2) Ardından mahlûkatın en hayırlısı, dalaleti ve guluvv’u (aşırılığı) kaldıran Muhammed’e salat ederim.

3) İlâhi! İsminle çağırarak Sana yalvarıyorum! …. ???

4) Kadri yüce olan isminle Senden isterim! Ya ilahi, salmahet (?) ile işlerimi kolaylaştır.

5) Yâ Hayy, Yâ Kayyûm! Umarak senden istiyorum! …???

6) Süryanice!

7) Süryanice!

8) Kayyum isminle, gönlümü kirlerden arındırarak ihya et! (Gönüldeki o) sır, Kayyum isminle hep var oldu ve parladı!

9) Üzerime O’nun nurunun şimşeklerinden bir ışık (doğsun!) Yüzüm ululuğa mazhar olsun da, parlasın!

10) Rahmet sağanakları kalbime dökülsün de, Kerim olan Mevla’mızın hikmetiyle konuşsun!

11) Nurlar her yandan beni kuşatsın! Yüce Mevla’mızın heybeti/haşyeti bizi ulvîleştirsin!

12) Allah’ım (her türlü kusurdan münezzehsin) Seni tenzih ederim, Ey en hayırlı yaratıcı! Ve yaratanların en hayırlısı! Ve emanet verenlerin en cömerdi!

13) Bir araya getirilmiş hece harflerinin hakkı için beni maksadıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir.

14) Azimetim’in içine yerleştirilen harflerin sırrıyla! Yüce Nur ve ulvi (leşen) Ruh ile!

15) Üzerime nurlardan doğan bir feyiz akıt! Taytağat isminle ölü kalbimi dirilt!

16) Ne olur! Beni heybet (haşyet) ve ululuk örtüsüyle ört! Ki; almehet ile düşmanlarım ellerini benden çeksin!

17) Beni düşman ve hasetçiden gizle! ….???

18) Süryanice,

19) Ey rabbim! Nur ile ihtiyacımı gider! İhtiyaç gideren en görkemli, parlak ve hızlı nurunla!

20) …??? Ve Ey Yüce! İşlerimi saysalet ile kolaylaştır.

21) Ey Celal Sahibi olan Allah! Bana bir keramet lütfeyle! Ya Halîm! Seninle açılacak bir ilmin sırlarıyla!

22) Beni her türlü korku ve sıkıntıdan kurtar. Saçılan, esrarı şüphe götürmeyen Hakîm (olan Kuran’ın) ayetleriyle (lafızlarıyla)!

23) Ey celal Sahibi; “Kün”ün Kef’i hürmetine beni koru! Ey feri gittiğinden dolayı parçalanmış kalbi sarıp, sarmalayan!

24) Denizde lütfet! Karasının da hayrını ver! Sensin benim sığınağım. Sıkıntılar ancak seninle ortadan kalkar.

25) Rızkı, rahmet sağanağı gibi üzerime yağdır. Her ne kadar azmış olsalar da, Sensin âlemlerin ümidi.

26) Ey celal sahibi! Düşmanlarımızı sağır ve dilsiz, sonra da kör eyle! (Ki, ne yaptığımızı bilmesinler) Havsemet (?) ile onları sustur!

27) ….??? İsm-i Azamınla Guluvv’dan /aşırıya gitmekten (Sana) sığındım!

28) Herkesin gönlünün bana çevrilmesini sağla! (Beni onlara sevdir!) Şelmehet (?) ile bana makbuliyet elbisesi giydir! (Beni onlara kabul ettir)

Said Nursi bir üstteki beyit yerine şu beyti okurmuş.

29) Dünyadaki herkesin kalbini toptan Risale-i Nûr’a ısındır ve Şelmehet ile onu kabul ettir!

30) Yâ ilahi! Şemhin ve eşmehat (?) ile işlerimizi kolaylaştır ve bize izzet ve yücelik ver!

31) Üzerimize (af) örtüsünü ser! Kalplerimize şifa ver! Kirlenen kalplere şifa Sensin!

32) Tüm kazandıklarımızı bize bereketli kıl Allah’ım! Zorluk düğümlerini çöz! …?.ile

33) ….??? Ey bize cömertliğinden rızıklar veren, hem de hiç bitmeyen!

34) Her yönden gelen düşmanı seninle def ederiz. Onları dağıtıp, uzağa atan İsm-i (Azam’ınla)!

35) Ey Celal sahibi! Çöl kelerinin koşarak kendisine geldiği ve şikâyette bulunduğu Zât (Muhammed) hürmetine onları yardımsız bırak!

36) Yâ İlahi! Benim ümidim ve efendim sensin. Bana gürleyen (zarar vermek isteyen) ordunun düzenini dağıt!

37) Yemin ile buyurduğun (sureler) ve onların içindekiler hürmetine, Muzırların hilelerini benden uzak tut (boşa çıkar)!

38) Ey kendisinden istenilenlerin en hayırlısı! Verenlerin en cömerdi! Ve yapayalnızlara (inzivaya çekilenlere), ümit verenlerin en hayırlısı!

39) Yıldızımı (ism-i azam/ en büyük) isimle nur ve sevinç olarak tutuştur! Çağlar ve günler asırlar boyunca, Ey Celcelet (!) Nur’u!

40) Süryanice,

41) Süryanice,

42) Sırlı bir şekilde Nur’un kandili tutuşturulur, açıklansın diye! Aydınlatsın diye kandiller kandili sırlı bir şekilde (gizlice) tutuşturulur!

43) ……??? Onunla ateş söndü!

44) Süryanice,

45) Süryanice,

46) Süryanice,

47) Süryanice,[1]

48) …??? ile duamı kabul et, benimle ol! Azgınlaşan düşmanlarıma karşı Sen bana yetici ol!

49) Süryanice,

50) Güç Seninle, şiddetli hücum Seninle! Senin yüce kapına sığınanın karanlığı dağılır.

51) Tahâ, Yâsin, Tâsin ve Tâ sin mim (Kasas ve Şuara sureleri) ile bize yönelmiş saadete erdir!

52) Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd (Meryem) Suresi ile bizi dört bir yandan kuşatan kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.

53) Hâ Mîm Ayn Sîn Kaf (Şûra Suresi) ile biz himaye oluruz! Onlarla dağlar sarsılır!

54) Kâf, Nûn ondan sonra da Hâ Mîm ile! Duhân Suresinde muhkem olan sır ile!

55) Elif lam ile Nisa ve içindeki akitlerle! En’am suresinin içindekilerle! Ve parlayan Nur suresi ile!

56) Elif, Lâm ve sonra Râ’nın sırrıyla! Her bir işlediğim günahtan, İsminin nuruyla çıktım.

57) Elif Lâm Mîm Râ (Ra’d Süresi) ile Ruhlar meclisine! Ve ulvîleşen Ruh!

58) “Kuran’ın bütün Hâ Mîm’lerinin sırrıyla! Nur’un feyzine tutun! Ey üzerine yemin edilmiş Nur!

59) Tebâreke, Nûn ve Sâil (Duha?), Hümeze ve Tekvir sureleri hakkı için.

60) Zariyat, Necm ve Kamer sureleri hürmetine işlerim bana kolaylaşsın.

61) Hizb hizb, ayet ayet, okuyucuların okudukları ve inmiş olanlar adedince Kuran sureleriyle!

62) Ey mevlam! Lütfedip, indirdiğin kitaplar hürmetine Senden istiyorum.

63) Süryanice,

64) Süryanice,

65) Süryanice,

66) Süryanice,

67) Süryanice,

68) ….??? Esma-yı Hüsna hakkı için beni dağınıklıktan koru.

69) ….??? Ve kendisiyle karanlıkların dağıldığı Asa-yı Musa ismi!

70) Bunların sırrıyla sana tevessül ediyorum. İnsanların kendisiyle hidayete erdiği zelil birinin tevessülüyle!

71) (Bunlar öyle) harflerdir ki, zamanlar boyu manaları sebebiyle yüceltilmişlerdir. Ey merhametli Rabbim!

72) Ey Allah! Gerçekten bütün ayetler ve ihtiva ettikleriyle sana tevessülde bulunarak yalvardım.

73) İşte o nur harflerinin havass’ını topla, Tamamlanmış hayrı, onların manalarıyla gerçekleştir.

74) Bana emrime amade yardımcı bir hizmetçi (koruma) gönder. Tuheymefeyâyîl! (diye bir İfrît, bir cinnî) Onunla sıkıntım kaybolsun![2]

75) (Bu ifriti, koruyucu meleği), (sıkıntı anında) bana itaat edecek bir hizmetçi olarak emrime ver! Fatiha ve devamındaki harfler hürmetine!

76) Ey Mevla’m! Kendisiyle dua edildiğinde her işi kolaylaştıran isminle Senden istiyorum.

77) İlahi! Peygamberlerin sana tevessül /yaklaşmak için yaptıkları dualar hürmetine, zayıflığıma bakıp acı, zellemi (sürçmemi) affet!

78) Ey Yaratıcım ve Efendim! İhtiyacımı yerine getir! İşlerimi sana havale ettim!

79) Yâ Rabbi! Ahmed ile Sana tevessülde bulundum! Ve burada cemedilen güzel isimlerinle!

80) Yâ ilahi! Şöyle hoş bir bakışla, senin bu miskin kulunun pişmanlığını kabul et! Onu bağışla, onu affet, kusurunu yok et!

81) Beni hayır, dürüstlük ve takvada muvaffak kıl! Ve beni bir yüce toplulukla birlikte Firdevs cennetine yerleştir!

82) Hayatımda da, öldükten sonra da bana Raûf ol! Kabir karanlığı kaybolup, aydınlansın!

83) Yâ ilahi! Mahşerde amel defterimi ak eyle! Eğer hafif gelecek olursa sevap terazimi ağırlaştır.

84) Beni keskin sırat köprüsünden koşarak geçir! Cehennem ateşinden ve içindekilerden koru!

85) İşlediğim her günahtan dolayı beni affet. Çok da olsa büyük günahlarımı bağışla.

86) Ey, kadir-kıymeti yüksek olan bu ismi taşıyan kişi! Bütün tehlikeli işlerden bununla kurtuldun ve selamete erdin!

87) Ey, kadir-kıymeti yüksek olan bu ismi taşıyan kişi! Bütün tehlikeli işlerden bununla kurtuldun ve selamete erdin!

فهٰذاَ خَواتِمُهُنَّ مَنْ قَدْ خَصَّصْتُها * بِسِرٍّ مِنَ الْأَسْرارِ فى اللَوْحِ أُنْزِلَتْ

88) Bu; indirilen levhadaki sırlardan bir sır ile, özel olarak seçtiğim kimseye onların mühürleridir!

تَقَوَّمَتْ السِّهامِ مِثْلُ رَأْسِها على * بَعْدخاَتَمٍ صُفِّقَتْ عِصِىِّ ثَلاثُ

89) Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya sokan sıralanmış üç sopa!

تَشَرْبَكَتْ بِاالْجَرَّتَيْنِ وَسَطِها وفى * سُلَّمُ ثمّ أبْتَرُ طَمِيسٌ وَميمٌ

90) Ve sönük (tek gözlü) mim ebterdir, sonra merdiven! Ortasında iki esre ile…???

جُمِّعًتْ والرِّزْقِ الْخَيْراتِ إلى تُشيرُ * بعْدها الأَنامِلَ تُحْكىٖ وأرْبَعَةٌ

91) Ve ondan sonra Hayırlara ve yığılmış rızka işaret eden, hikaye (tarif) edilen dört parmak ucu?!

قَدْحَوَتْ السِّرِّ مِنَ حَجّامٍ كَأَنْبوبِ * مُقَوًسٌ واوٌ ثُمّ شَقٖيقٌ وَهاءٌ

92) İki gözlü “He”, sonra kıvrık “vav”, hacamat yapanın tüpü gibi barındırdığı sırdan (alan)!

قَدْحَوَتْ السِّرُّ بِهِ أرْكانٍ خُماسِيٌّ * خاتَمٌ الأَوائلِ مِثْلُ وأواخِرُها

93) Ve onların sonunda başındaki gibi mühür var! Taşıdığı sır o beş esasta!

مُتَوَهِّمتْ إحْصائها فى ولاتَكُ * ثَلاثةً عَشْرٍ بعْدِ مِنْ فَعَدِّلْهُ

94) On üç’ten sonra onu değiştir! Onu saymada sakın vehme kapılma! (şüpheye düşüp vazgeçme!)

مَرْيَمَتْ بْنَ عيسىٰ إنْجيلِ مِنْ وأرْبَعٌ * أرْبَعُ لاشَكَّ التّوْراتِ مِن ثلاثٌ

95) Üç Tevrat’tan, hiçbir şüphe yok dört! Ve dört Meryem oğlu İsa’nın İncil’inden!

وأبْكَمَتْ فَصٖيحٍ مَخْلوقٍ كُلّ إلى * تَمامُها هُنَّ الْقُرْاٰنِ مِنَ وخمْسٌ

96) Beş de Kuran’dan. Onlar onun tamamıdır! Her bir mahluka apaçık, dilsiz değil!

سَمَتْ قَدْ البَرِيَّةِ عِنْدَ وأسْمائُهُ * جلاله جَلّ اللهِ إسْمُ فهٰذا

97) İşte bu Allah celle celalühü’nün ismidir! O’nun isimleri yeryüzünde yücedir!

بالْخَبَتْ لِروحِكَ تَبْلى ولاترْتَدِدْ * إنْتَبِه قارئُ يا اللهِ إسْمُ فهٰذا

98) Ey okuyan! Bu Allah’ın ismidir! Dikkat et! Ruhun sönüp, pörsüyüp solmasın (irtidat etmesin)!

والجَنَتْ الرّوحَ تَتْلُفُ تَشْكُكْ وإيّاكَ * إعْتَقِدْ جاهِلُ يا اللهِ إسْمُ فهٰذا

99) Ey cahil! Bunlar Allah’ın isimleridir! İnan! Sakın şüphe etme! Ruhu telef edip, cinayet işlemeyesin!

لَوَتْ بِهٖ مالا الْأسْرارِ مِنَ فَفيها * وَاخْفِها الْأسْماءَ هٰذِه فَخُذْ

100) Bu isimleri al ve gizle! İçlerinde saptırmayan sırlar vardır!

101) Vuruş, korkma! Savaş, çekinme! Vahşi hayvanların yaşadığı yere gir!

102) Saldır, kaçma! Dilediğin düşmanla mücadele et! Etrafını krallar çevirmiş de olsa önemseme! (onların gücünden korkma!)

103) Ne korktuğun bir yılan olur, ne bir akrep görürsün! Ne de sana gürleyerek gelen bir aslan!

104) Ne bir kılıçtan, ne bir hançer yaralamasından kork! Ne bir mızraktan ve ne de hissene düşen bir kötülükten!

105) Bunu okuyanın mükâfatı, Ahmed’in (s.a.v) şefaatidir. Saf saf dizilmiş hurilerle cennete toplanmaktır.

106) Bil ki Mustafa elçilerin en hayırlısıdır. Allah’ın yeryüzüne yayılmış kullarının en faziletlisidir.

107) Onu mevkisi / mertebesi hatırına, her bir ihtiyaç anında öne geçir! (Söze onunla başla!) Zorbalık ve azgınlıktan kurtulmak için Muhammed’ten iste!

108) Ey Tanrım! Her gün, her an ve bir rüzgâr estikçe o Muhtaru’l- Mustafa’ya salat eyle.

109) O seçilmişe ve bütün aline yeryüzünün bitkileri ve kıyamete kadar esen rüzgâr adedince salat eyle.

110) Çakan şimşeklerle birlikte bulutlardan dökülen yağmurlar adedince ve yeri göğü dolduracak kadar salat eyle.

111) (Ey Muhammed!) Allah’ın bizzat kendisinin ve meleklerinin sana salat ve selam getirmesi sana yeter!

112) Yıllar ve günler sürdükçe ve güneş doğdukça, daima onun şefaatini umarak (aracılığını isteyerek) ona selam et!

113) Haşim oğullarından, en temiz olanlarına, hacılar Kâbe’yi ziyaret edip onu selamlamaları adedince selam eyle!

114) Yâ ilahi! Ebu Bekir ve Ömer’den, Osman ve yiğit Haydar’dan da razı ol!

115) Aynı şekilde, cümle âl ve ashabından, evliya ve salihlerden ve onlara tabi olanlardan da razı ol!

116) (Bunlar) Muhammed’in amcaoğlu Ali’nin sözleridir. Onda mahlûkat için ilimlerin özü ve sırrı toplanmıştır.



Görüldüğü üzere bu kaside bir hasais denen muska, büyü kitaplarındandır! İlm-i havass kitabıdır. Bu ilme göre her bir harfin hassaları/ özel güçleri vardır. Bunlarla azimet/azâim denen bir tılsım, büyü yapılır. Bunun bir azimet/azâim olduğunu bu kasideyi düzen ilm-i havass uzmanı, cinci 13.beyitte “Azimetim’in içine yerleştirilen harflerin sırrıyla” şeklinde açıkça belirtmiştir. Nitekim Said Nursi de; bir bölümde çözemediği bir vefk (sihir karesi veya altıgeni) olduğunu söyler! Bu yüzden bu bölümü okumadan geçtiğini itiraf eder!

73. beyitlerde; “İşte o nur harflerinin havass’ını topla, Tamamlanmış hayrı, onların manalarıyla gerçekleştir.” Görüldüğü üzere “bu harflerin hassaları” (taşıdıkları kabul edilen bir takım gizli güçler, nitelikler) denilerek açıkça bunun ilm-i havass/hasais olduğu zikredilmektedir! Yani hiçbir şey gizli saklı değildir! Tüm bunlar kabak gibi ortadayken allame-i cihan olduğunu iddia eden Said-i Nursi görememiştir. Ya da kör denilecek kadar cahildir!

74. beyitte ise; “Bana emrime amade yardımcı bir hizmetçi (koruma) gönder. Tuheymefeyâyîl! (diye bir İfrît, bir cinnî) Onunla sıkıntım kaybolsun!” denilerek resmen bir cin talep edilmektedir. “Tuheymefeyâyîl” denilen bir cin! Tüm bunlar Keldanilerden, Asurlulardan, Sâbiilerden kalmış çok iyi bilinen kadim astroloji / Fal bilim zırvalarıdır! Yani bu kaside tüm muskacıların, cincilerin kız tavlama, hatun ayartma türü kitaplarında bulunan bir uyduruk kasidedir. Ercüze’yi uydurup, Hz. Ali’ye isnat eden sahtekârın bir benzeri aynı tür bir kaside yazmış ve bunu Hz. Ali’ye isnat etmiştir! Hz. Ali’nin Süryanice bilmediği cümle âlemin malumudur! Üstelik bu kasidenin onlarca beytini Said Nursi’de anlayamamış, tercüme edememiştir! Hala da bugün bu kutsal vahiy ürünü (!), Cebrail’in Ali’nin kucağına yazılı olarak düşürdüğü sözkonusu bu kaside ne yazık ki hala güzel Türkçemize çevrilememiştir. Şakirtler Süryani papazın kapısını çalmışlar, o da çevirememiştir. Acaba bu lafızlar Süryanice melek, cin, nurani varlık isimleri midir? Ya da sihirbazların kullandığı abraka-dabra türü sözler midir?

Bu Kaside-i Celcelutiye bize açıkça şunu göstermektedir; Said Nursi, bugün ortalıkta dolaşan, karınca duası, Kenzü’l-arş, Hz. Ali cenkleri vs. gibi hiçbir bilimsel, dini yönü olmayan, tamamen cahil- cühelanın itibar ettiği beşinci sınıf kitaplarla meşgul olmuş biridir! Said Nursi’nin din bilgisi bu kadar avamidir! Tamamen bir sahtekârlık ürünü olan bu eserleri vahiy ürünü olarak kabul edecek ve bize de kabul ettirmeye kalkacak kadar kendisi büyük İslam âlimidir!

Bu Kasidenin aslının vahiy olduğuna inanan said Nursi acaba neden bazı çıkarmalar ve ilaveler yapmıştır? Örneğin Nurcuların bazı Celcelûtiyelerinde 88. ve 100. Mısralar mevcut değildir? Neden?

Ve yine neden 28. Beyit yerine “Dünyadaki herkesin kalbini toptan Risale-i Nûr’a ısındır ve Şelmehet ile onu kabul ettir!” şeklinde bir ilave yapmaktadır?

Çıkarılan bu on üç mısra açıkça bu kasidenin bir hasâis (harflerin hasiyetleri, özel sırlı güçleri olduğunu söyleyen ilim, hurufilik) metni olduğunu göstermektedir! Bu ilimler Kabalaizm’den bizlere geçmiş, gayr-i meşru ilimlerdir. Kabalaizm derki; “İsmini değiştir, hayatın değişsin!” Onlar, harflerin böyle sihirli gücü olduğuna inanırlar!

“Hz. Ali Arap olduğu ve Arapça konuştuğu halde, Celcelutiye’si neden Süryanicedir? Ayrıca Celcelutiye’nin vahiy olmasını nasıl izah edersiniz?” sorusuna Nurcular şöyle cevap vermektedirler!

Celcelûtiye, Süryanîce bedî demektir. Resûl-i Ekreme, Cebrail tarafından indirilen ve içinde İsm-i Azamı da taşıyan yüksek manalar, Hz. Ali tarafından Celcelûtiye adıyla ve cifir ilmine göre birçok tarih de düşürülerek, Süryanî diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir. Celcelûtiye, yüksek ve tesirli bir duadır; bir isimler hazinesidir. Allah’ın İsm-i Azam’ı bu duanın içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duayı okuyarak Allah’a sığınan kimsenin, dünya ve ahiret işlerinde çok kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir. Yüksek ve tesirli bir duadır. Bir isimler hazinesidir. Allah`ın rahmetini celb etmesi hasebiyle bir rahmet hazinesi veya bir Cennet hazinesi demek de mümkündür.

Celcelutiye’nin kendisi değil de, onun aslını teşkil eden muhtevası itibariyle, bir kutsi hadis gibi veya zımnî bir vahiy olarak telakki edilebilir. Bu tür vahiylerin Kur’an’da yeri yoktur. Aslî muhtevası itibariyle zımnî bir vahiy olarak telakki edilen Celcelutiyeyi, Hz. Ali şerh edip açıklayarak manzum bir kaside halinde düzenlemiştir. Kasidenin kendisi Arapçadır, ancak Allah’ın bazı isimleri ve diğer bir takım sözcükler Süryanîcedir. İmam Gazalî, Ahmed el-Bunî (Ünlü muskacı ve havass ilmi uzmanı) ve Gümüşhanevî’ye göre, Celcelutiye kasidesinin aslı vahiydir. Zahir ve batın ilimlerinin ünlü üstatları olan bu âlimlerin kanaatlerine iştirak etmek ve onların bilgi ve beyanlarına itimat etmekte –ilmen ve dinen- bir sakınca görmemekteyiz. Ancak bu kasidenin aslının vahiy olduğuna inanmamak da, inanmak da, kişiyi dinen bir sorumluluk altına sokmaz.[3]

*****Yani; biz inanmayanları suçlamıyoruz, siz de bizim gibi vahiy olduğuna inananları suçlamayın! Gelin birbirimizi hoş görelim! ******

Bu kaside Ziyaaddin Gümüşhanevî’nin Mecmuat-ül Ahzab adlı dua kitabının birinci cildinde yer almaktadır. Gümüşhanevî’nin derlediği bu kitabın 508. sayfasında İmam Gazali’nin bu kasideye dair bir şerh vardır. Güya şerh etmiş! Said Nursi, Gazali gibi birçok âlimin Celcelûtiye’yi şerh ettiğini söyler. Ancak bu şerhler, kelimelerin açıklamasından ziyade Kasidede yer alan beyitlerin hassalarını açıklayan bir mahiyettedir. Yani bu şerh bildiğimiz bir metnin şerhi, açıklaması değildir! Kaside de bulunan Süryanice kelimelerden çok az bir kısmının anlamı verilmiştir. Celcelutiyenin kendisi ise, aynı cildin, 499-531 sayfaları arasında yer almaktadır. Kasidedeki bütün beyitlerin altında onların ebced değerleri de yazılmaktadır. Hz. Ali tarafından yazıldığı iddia edilen bu kaside; cifir ilmine göre birçok tarih de düşürülerek Süryani diliyle nazmedilmiştir!

Hz. Ali’nin en mühim ve esrarlı kasidesi Celcelûtiye Kasidesidir. Bu kasideyi Said Nursi, daimî ve her gün vird şeklinde olarak değil, ara sıra okumuş ve ondan çok büyük ve mühim sırları keşfetmiştir. Bu kasidenin şöhreti tüm dünyada bilinir! Bu kaside birçok tılsım ve havas kitaplarında mevcuttur! Mecmuat-ül Ahzab’da bu kasidenin birçok şerh ve (harf ve kelimelerin ihtiva ettikleri özel güçleri) hâsiyetleri de mevcuttur. Said Nursi, Celcelûtiye Kasidesi’nin sırları hakkında Yirmi Sekizinci Lem’a ve Sekizinci Şua’ gibi oldukça uzun iki risale yazmıştır. [4]

Mecmuat-ül Ahzab’da Gazalî bu kasidenin şerhinde güya şöyle demiş;

Cebrail Peygamberimize dedi ki: “Yâ Muhammed! Rabb’in sana selâm ediyor ve sana bu hediyeyi ihsan buyurdu.”

Bunun üzerine Peygamberimiz: “Ey kardeşim Cebrail! Bu hediye nedir?” dedi.

Cebrail: “Bu hediye, içinde İsm-i Azam ile en kapsamlı kasem bulunan büyük duadır” diye cevap verdi.

Peygamberimiz: “Ey kardeşim Cebrail! Bu duanın adı nedir? Keyfiyeti nasıldır?” diye sordu.

Cebrail dedi ki: “Yâ Muhammed! Bu duanın adı Bedî’ /Celcelûtiye’dir, içinde en yüksek kasem ve İsm-i Azam vardır. O İsm-i Azam ki:

1- Arş-ı Alâ’nın kenarına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Allah’ın arşını taşıyan melekler bu arşı kaldıramazlardı!

2- Güneşin kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, güneşin ışığı ve nûru olmazdı!

3- Ay’ın kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, ay ışık veremezdi.

4- Cebrail’in kanadına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Cebrail yeryüzüne inemez, semaya çıkamazdı!

5- Mikail’in başına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı yağmurlar ve damlalar ona itaat etmezlerdi.

6- İsrafil’in alnına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı sur üfleyemezdi.

7- Azrail’in elinin üzerine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, mahlûkatın canlarını alamazdı.

8- Yedi kat göklere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı gökler yükselemezdi.

9- Yedi kat yerlere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, yedi kat yerler, şimdi olduğu gibi sabit olmazdı! Bu ismi Âdem (a.s) okumuştur!”

Nurcular anlamını kimsenin bilmediği bu Celcelütiye kasidesini hatmini yaparlar! Onu daimi virdleri arasına almışlardır! “Üstad’ın mühim evradından olması hasebiyle, ayrıca pek çok sır ve manevi hikmetleri içeren bu Kaside, içinde İsm-i A’zam’ın gizli olması nedeniyle de çok kıymetlidir. Hatmi yapılmalıdır.” Derler!



Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir! Ona göre Celcelutiye, Peygamber’e vahiyle inmiştir.

“Madem Celcelûtiye vahiyle Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma nazil olmuş…” (8.Şua, 5.Remiz)

Bu uyduruk kaside de apaçık küfür kokan sözler de bulunmaktadır! “Zorbalık ve azgınlıktan kurtulmak için Muhammed’ten iste!” gibi! Hz. Ali gibi bir tevhid erinin apaçık küfür olan bu sözü söyleme imkan ve ihtimali olamaz!

Cifr ilminin Hz. Ali’ye nispet edilmesi tamamıyla asılsız bir iftiradır! Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen siyasi-dini görünümlü şiir ve mektuplardan oluşan, Şerif er-Radî (ö.359) tarafından yazılan “Nehcü’l-Belağa” daki sözlerin bile ona aidiyeti tartışmalıdır! Hz. Ali’ye birçok kitap, kaside, şiir nispet edilmiştir. Örneğin; Cünnetü’l-esmâ (Kaside-i Ercûze), Kaside-i Celcelûtiye gibi eserlerin Hz. Ali’ye aidiyeti mümkün değildir! [5]

Bilindiği üzere Hz. Ali’yi peygambere denk görenler, hatta ondan üstün görenler, hatta ve hatta onu ilah olarak gören fırkalar bile vardır! Bu nedenle Hz. Ali’den geldiği söylenen gayb ilmi, ledünni ilim, cifr ilmi vs. gibi konularda dikkatli olmak gerekir. Yine “Ben ilim şehriyim, Ali’de onun kapısıdır” gibi sözler apaçık uydurmadır! Yine ilim öğrenmek isteyen kimsenin mutlaka ondan feyz alması gerektiği, özellikle de manevi ilimlerin sadece onun vasıtasıyla elde edileceği gibi görüşler İslam dışı şeylerdir!

Said Nursi, Yirmi Sekizinci Lem’a’da Hz. Ali ile mana âleminde yaptığı bir konuşmadan bahseder.[6] Hazret-i Ali’ye: “Ercûze’nde benden bahisle ‘Kendini muhafaza et’ demişsin. Hem tam vaktinde emrinizi gördük. Fakat maalesef, kendimizi muhafaza edemedik. Bu belâya düştük. Şahsımdan binler defa daha ehemmiyetli olan Risâle-i Nûr’dan bahis ve işaretin yok mu?” diye sorar. Hz. Ali şöyle cevap verir: “Yalnız işaret değil; belki Celcelûtiye’mde açıkça bahsediyorum.”

**

Zinhar seyyare zannetme kardeşim, Risale-i Nur’un

Arz değil, Âfitab (güneş) dahi peykidir onun

Pek yakında parlayacaktır âlemde Risale-i Nur

Sönmez, belki gizlenir, zira nurun alâ nur

Bir nur ki, bir hakikat denizi ve baştan sona hidayettir o….

Risale-i Nur ki, Aliyy-ül Murtaza ve Gavs-ı Azam

Celcelutiye’de ve bazı kasidelerde etmişler işaret!

Risale-i Nur ki, hiç kopmayacak olan urvet-ül vüskadır!

Sarılmıştım zira, hem hidayet ve ayn-ı hakikat (28. Lem’a)

**

Hz. Ali keramet gösterip, Kaside-i Celcelûtiyesinde Risale-i Nur’dan haber vermiş. Risale-i Nur’u “Siracü’n-Nur/ Nur Kandili” ve “Siracüssürc /Kandiller Kandili” ismiyle isimlendirmiş ve böylece Risale-i Nur’un üç ismine iki isim daha ilâve etmiş! Bu risalede “Siracü’n-Nur” namı tekrar ettiğinden, bu risalenin sonunda Hz. Ali’nin en önemli münacatını iki derece genişlettik! Dilimizi onun adına kullandığımızdan bu gelen münacatı O’nun dergâhına takdim ediyoruz. (İkinci Şua)

***** Said Nursi’nin bu uyduruk Celcelûtiye’yi çok okuduğu ve Risalelerine oradan isim aradığı anlaşılmaktadır. Said Nursi’ye göre; kitaplarının ismini Hz. Ali vermiştir. Hatta Hz. Ali şöyle dua etmiştir; “Said Nursi’nin yazmış olduğu Ayetü’l-Kübra adlı risale hürmetine benim de şakirtlerim olan Said’in şakirtlerini kurtar! Onları faciadan emin kıl! Yani; Hz. Ali Risale-i Nur’u şefaatçi yapar! *****

O, Celcelûtiye okurken, “نُونٍ ثُمَّ kelimesini görür ve bunun kader sözüyle münasebeti var mıdır? diye kalbine bir uyarı gelir. O surenin başında, يَسْطُرُونَ وَمَا وَالْقَلَمِ * نۤ ayetini görür! Birden bütün kalem ve kitapların ezelî kaynağı ve üstadının kader kalemi olduğunu farkeder! Ve ezeli ilmin nuruna ن harfinin işaret ettiğini görür! Kasidedeki وَالذَّارِيَاتِ kelimesi nasıl Zerrât Risalesine işaret ediyorsa, ن kelimesi de Kader Risalesine bakmaktadır. (14.Şua)

**

Ben kendimi masum kardeşlerime gönüllü olarak feda etmeye kesin karar verdiğim ve çaresini aradığım sırada Celcelûtiyeyi okudum. Birden hatıra geldi ki, Hz. Ali “Yâ Rab aman ver!” diye dua etmiş. İnşallah, o duanın sırrıyla selâmete çıkarsınız. Evet, Hz. Ali, Kaside-i Celcelûtiyede iki suretle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi, Ayetü’l-Kübrâ risalesine işaret ederek;

الْفَجَتْ مِنَ اَمِنِّى الْكُبْرٰى وَبِاْلاٰيَةُ der. Bu işarette îma eder ki, Ayetü’l-Kübrâ yüzünden önemli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek ve “Ayetü’l-Kübrâ hakkı için o “musibetten şakirtlerine aman ver” diye niyaz eder, o risaleyi ve kaynağını şefaatçi yapar. Gerçekten, Ayetü’l-Kübrâ risalesinin çoğaltılması bahanesiyle gelen musibet, aynen o gaybî remzi tasdik etti. (Denizli Hayatı)

Said Nursi Kastamonu’da iken, Ayetü’l-Kübra adında, Cenâb-ı Hakkın varlığını, birliğini kâinattaki varlıkların lisanlarıyla ispat eden muazzam bir risale yazmıştır. Kalbe geldiği gibi acele olarak yazdırılmış, birinci taslak ile iktifa edilmiştir. Üstat, “Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle düzenlemeyi ve düzeltme yapmayı uygun görmedim” buyurmuştur. Bu risale, ilk defa gizli olarak basılmasından dolayı, Üstad ve talebelerinin hapsine sebep olmuşsa da bilâhare Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemeleri, iki senelik tetkikatlarından sonra beraatlerine ve risalenin iadesine karar vermiştir. Hz. Ali gaybı önceden tanıyan, bilen bakışıyla bu risaleyi görmüş, “Kaside-i Celcelutiye”sinde bu risalenin önemine ve makbul olduğuna işaret edip;

“Ayetü’l-Kübrâ hürmetine, beni sıkıntılardan kurtar” sözüyle onu (Benim Ayetü’l-Kübrâ risalemi) şefaatçi yaparak dua etmiştir. Bu Ayetü’l-Kübra’nın tetkiki neticesinde Üstat ve talebelerinin beraat edip hapisten kurtulmaları, Hz. Ali’nin bu duasının kabulünü ispat etmiştir. (Kastamonu Hayatı)

**

Üstadımızın tercüme-i halini (biyoğrafisini/hayat hikâyesini) merak edenlere deriz ki: O; Otuz üç ayetin mucizevâri işaretiyle Kuran’ın, Celcelûtiye ve Ercûze kasideleriyle Hz. Ali’nin ve müjdeli açıklamalarıyla Gavs-ı Âzam’ın haber verdiği kimsedir! Üstadımızın tercüme-i halini ve Risale-i Nur’un hakiki mahiyetini bunlar açıklamıştır. (Kastamonu Hayatı)

**

Hz. Ali, Celcelutiye’sinde sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur ve onun önemli risalelerini aynı sıra ile haber vermiştir. Hz. Ali’nin bu ihbarını Yirmi sekizinci Lem’a ile Sekizinci Şuâ tam ispat etmiştir. Hz. Ali, Risale-i Nur’un en son risalesi olan Asa-yı Musa’yı da bu kaside de haber vermiştir. Biz bir iki sene evvel Ayetü’l-Kübrâ’yı en son risale zannetmiştik. Hâlbuki şimdi 1364’te Risale-i Nur tamam olmuştur! Hz. Ali’nin Celcelutiyesinde “Asa-yı Musa karanlığı dağıtacak” cümlesinin anlamını şimdi anladık! Yani Hz. Ali; “karanlığı dağıtacak, Asâ-yı Mûsâ gibi ışık verecek, sihirleri iptal edecek” derken benim “Asa-yı Musa” risalemi haber vermiştir! Gerçekten de bu mecmuanın “Meyve” kısmı bir müdafaa hükmüne geçti ve başımıza çöken dehşetli zulmetleri dağıttı! “Hüccetler” kısmı da, Nurlara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını yok etti! Ankara bilirkişi heyetini teslime ve beğenmeye mecbur etti! (Onda daha) İstikbalde zulmetleri dağıtacak çok emareler bulunmaktadır! Nasıl Asâ-yı Mûsâ bir taşta on iki çeşme akıtmış ve on bir mucizeye sebep olmuşsa, tıpkı buna benzer şekilde bu son mecmua da, “Meyve”, on bir nuranî konusu ve “Hüccetullahi’l-Bâliğa” kısmı on bir kesin hücceti bulunmaktadır! Tüm bunlar bize Hz. Ali’nin o cümlesiyle doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsâ isimli risaleme baktığına ve ondan haber vermiş olduğuna dair bize kanaat verdi. (Asa-yı Musa)

**

Said Nursi; “Hz. Ali’nin “hakikat ilmi” itibariyle şakirdi olduğunu, bu yüzden onun manevî evlâdı olduğunu iddia eder!

Bedî’ manasında olan Celcelûtiye kasidesinde Hz. Ali’nin birçok yönden Risale-i Nur’a açıkça işaret etmiştir! Bunlardan biri de, Bediüzzaman ismini Risale-i Nur’a vermesidir! Bana emaneten verilen o ismi bende Risale-i Nur’a iade ettim! Bununla beraber, “Ben de manevi Âl-i Beytten sayılabilirim” demekten maksadım, bir kısım müçtehitlerin “Ve alâ âlihi ve sahbihî” duasında, “Seyyid olmayan, fakat ehl-i takvâ bulunanlar o duaya dahildir” dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için dilekvâri bir yorumdur. (Ondördüncü Şua)
****Yani; Peygamber ve ailesine gönderilen her bir salavattan ben de yararlanayım, bana da dualardan bir pay ayrılsın diye, Hz. Ali’nin evladı sayılmak istemişimdir! Derler ya, mazereti kabahatinden büyük!



Gerçekten, Hz. Ali, Kaside-i Celcelûtiyede iki suretle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi, Ayetü’l-Kübrâ risalesine işareten: الْفَجَتْ مِنَ اَمِنِّى الْكُبْرٰى وَبِاْلاٰيَةُ der. Bu işarette îma eder ki, Ayetü’l-Kübrâ yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek ve “Ayetü’l-Kübrâ hakkı için “o musibetten şakirtlerine aman ver” diye niyaz eder, o risaleyi ve kaynağını şefaatçi yapar. Evet, Ayetü’l-Kübrâ risalesinin basılması bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti.

Hem o kasidede, Risale-i Nur’un mühim bölümlerinin sırasıyla işaretlerin bitiminde, karşı sahifede der: “İşte, Risale-i Nur’un sözleri, harfleri ki, onlara işaret ettik. Sen onlarınhassalarını topla ve manalarını araştır. Bütün hayır ve saadet onlarla tamam olur” der.“Harflerin manalarını tahkik et” karinesiyle manayı ifade etmeyen hece harfleri murat edilmemiş, belki kelimeler manasındaki “Sözler” adındaki risaleler murat edilmiştir. (Onüçüncü Şua)

**

Kuran’da kullanılan Ayet-ül Kübra lafzını Risalelerinden birisine isim olarak veriyor. Sonra bir şiir içinden o kelimeyi buluyor. Bu şiirin kendisini haber verdiğini sanarak heyecanlanıyor. Satır, kelime ve harf aralarında; uçuk spekülasyonların ve hayallerin labirentlerinde kayboluyor. Örneğin Onbeşinci Şua adlı risalesinde: “Hz. Ali, Ercüze ve Celcelûtiye’sinde Risale-i Nur’u alkışlıyor, haber veriyor ve müellifi ile konuşuyor, teselli ediyor” sonucuna varıyor. Böylece aslında kendi kendisini alkışlıyor, haber veriyor ve teselli ediyor! Keyfi hesaplar ile elde ettiği Ebced değerleri ile kendisi ve önem verdiği olaylar arasında keyfi ilişkiler kurarak uçuk yorumlar ve iddialar üretiyor. Paranoyasını dengelemek için muhtemelen bu tür hayali tesellilere ihtiyaç duymuş olmalı!

Numeroloji ile Matematiği karıştırıyor. Kahinliğe soyunuyor, gaybı taşlıyor, gizemli ilimlere dalıyor. Güya Kuran tefsiri yapıyor, Batıni tefsir ile onun canına okuyor. Kuran’ da da kendine ve kitaplarına işaretler buluyor.



*Hz.Ali’nin Celcelûtiye adlı kasidesinin kendisini ve Risalelerini asırlar öncesinden haber verdiğini ve alkışladığını söyler. Hatta bu kasidenin vahiy kaynaklı olduğunu, esrarlı olup geleceği haber verdiğini ve mahlûkatın tüm ilimlerinin bu kaside de toplandığını söyler. Hatta bu risalede Hz. Ali, Risale-i Nur’u kendisine şefaatçı yaptığını iddia eder. Hz. Ali’de kurtulamayacak, kurtuluşu şefaat’a kalmış ta, onu ancak Said Nursi’nin yazdığı kitaplar kurtaracak. Lütfen buradaki gariplikleri görün. Bunun psikolojide adı megalomani’dir. Ayrıca, Peygamberden başkasının vahiy aldığını kabul etmek küfürdür. Yine Allah’tan başkasının geleceği bildiğine itikad etmek de Kuran’a aykırıdır. O evliyanın gaybı bildiğine inanır. ‘Gaybı kimse bilemez’ şeklindeki ayeti; gaybı bilirler amma, bunu söylemelerine izin yoktur şeklinde yorumlar. Gazali’nin, Geylani’nin, İmam Rabbani’nin, Osman-ı Halidî’nin kendisini asırlar öncesinden görüp, alkışladığını söyler.

Bu ‘Kaside-i Celcelûtiye’nin Hz.Ali’ye ait olduğu iddiası tam olarak yalandır. Bu kasidenin cifr ve ebced hesabına göre yazılmış olması bile onun İslam dışı bir zihniyetin ürünü olduğunu göstermeye kâfidir. Ayrıca bu Celcelûtiye’nin her beytinin sonu Süryanî’ce bir kelime ile bitmesi oldukça ilginçtir. Bir arap olan Hz.Ali’ye Süryanîce vahiy gelmesi olacak şey değildir. Güya; Cebrail Hz.Ali’ye bu kasideyi yeşil bir atlas üzerinde yazılı olarak vermiştir. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar misali, bir uydurma kaside üzerine bir sürü safsatalar bina edilmiştir. Yok, efendim Hz.Ali risaleleri önceden haber vermiş, risalelerin adını o koymuş vs. Bu celcelûtiye’de ‘nur’ kelimesinin bu kadar çok geçmesi bile onun İran/Zerdüşt kaynaklı bir düşüncenin ürünü olduğunu göstermeye yeter de artar.

Said Nursi bu sırlı, esrarengiz kasidenin Süryanice bazı kelimelerini terceme edemediğini, anlayamadığını, bu kasidenin farklı nüshaları olduğunu ifade eder. (8.Şua) Bu ‘Kaside-i Celcelûtiye’nin 46, 47, 48. beyitlerini sonraki Nurcular tercüme edememişler, bir Süryani papaza tercüme ettirmişlerdir.

Kaside-i Celcelûtiye geneli itibariyle Süryanice, İbranice isimlerdir. Kuran surelerini şefaatçı yapan hususi bir münacat olduğunun farkındadır.(8.Lem’a) Buna rağmen nasıl olur da vahiy kaynaklı diyebilir?

Şöyle der; “Celcelutiye’nin, bize baktığına insaf sahibi kimseler şüphe etmemelidir. Süryanice olan bu kasidedeki şu cümle; “Ey kadri yüce ismin taşıyıcısı!” Nur talebelerine işaret etmektedir.

Hz. Ali’ye nasıl vahiy gelmişse! Hem Süryanice, hem sırlarla dolu! Hem anlaşılmaz! Hakkari’deki çobana Japonca nasıl vahiy geliyorsa!

Üstelik Celcelutiye; Süryanice “bedi’” demek olduğundan Said Nursinin de lakabı Bediuzzaman’dır.

Hem madem Celcelûtiye’nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor ve gaybî umûr-u istikbaliyeden haber veriyor. (8.Şua)

“Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’da iken, Âyetü’l-Kübra namıyla, Cenâb-ı Hakkın varlığını, birliğini, kâinattaki mevcudatın lisanlarıyla ispat eden muazzam bir risale yazmıştır. Kalbe geldiği gibi acele olarak yazdırılmış, birinci müsvedde ile iktifa edilmiştir. Üstad, “Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim” buyurmuştur. Hz. Ali, gaybı bilen bakışıyla (1300 sene önceden) bu risaleyi görmüş, Kaside-i Celcelutiye’sinde bu risalenin ehemmiyetine ve makbuliyetine işaret edip, “Ey Allahım! Said Nursi’nin yazdığı Âyetü’l-Kübra namındaki kitap hurmetine beni bütün sıkıntılardan kurtar” deyip dua etmiştir, Âyetü’l-Kübra’yı şefaatçi yapmıştır. (Kastamonu Hayatı)

Said Nursi, Kitabına Asa-yı Musa ismini koyar, bir de bakar ki, Hz. Ali aslında o ismi binlerce yıl önce koymuş, Celcelutiye’ye açıkça yazmış!

“Hz. Ali, Celcelutiye’sinde pek kuvvetli ve sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur’dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini, Yirmi sekizinci Lem’a ile Sekizinci Şuâ tam ispat etmişler.”

“İmam-ı Ali, Risale-i Nur’un en son risalesini Celcelutiye’sinde fıkrasıyla haber veriyor. Biz bir iki sene evvel Âyetü’l-Kübrâ’yı en son zannetmiştik. Hâlbuki öyle değilmiş. Şimdi anladık ki; Hz. Ali bu beytiyle “karanlığı dağıtacak, asâ-yı Mûsâ gibi ışık verecek, sihirleri ibtal edecek” bir risaleden haber vermiş. Bu son kitabın bölümleri de tıpkı asay-ı Musa’nın vazifesini yapması kesin kanaat verdiki; Hz. Ali, o kasidedeki beyitle doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsâ ismindeki kitabımıza bakar ve ondan övgüyle haber verir.” (Asay-ı Musa)

“Hz. Ali, Celcelûtiye Kaside’sinde açıkça Risalei’n-Nur’a bakarak ve ona işaret ederek demiş: ‘ Yâ Rab! Nur isminle yıldızımı tutuştur/parlat’. Ben tahmin ediyorum ki, Hz. Ali’nin bu nurdan bahseden cümlesi tam tamına ebced hesabıyla benim kitaplarıma, Risalelere bakmaktadır” (Birinci Şua)

Hz. Ali şöyle dua etmiştir; “Ya Rab! Benim yıldızımı nur eyle. Âhirzamana kadar bedi’ /harika bir surette ışıklandır, şûlelendir…” Evet İmam-ı Ali’nin şu duası bu zamanda Risale-i Nur ile kabul olduğunu ve Risale-i Nur’u irade ettiğini şu harika, çok ilginç tevafuklar ispat eder. Şöyle ki: “Benim yıldızımı nur eyle” tam tamına aynen cifir ve ebced hesabıyla Risale-i Nur oluyor. Çünkü nur kelimesi her ikisinde de var. (28.Lem’a)

Yani; Hz.Ali, demişki; “Allah’ım benim yıldızımı Said Nursi’nin risaleleri ile tutuştur, parlat.” Allah, Allah!

Said Nursi, Celcelutiye kasidesi kitapçığını açtığında, belki yüzlerce defa hep aynı sahife açılırmış. Bunun Celcelutiyenin bir kerameti olduğunu anlamış. “Beni yaz” demiş. İnanmayana kendini inandıracak ki yazdırmak istiyor. Cenâb-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, bana hem büyük bir teselli, hem dâvâma büyük bir delil gösterdi”. (28.Lem’a)

**

Hem, madem Risale-i Nur şakirtlerinin en büyük üstadı, Peygamberden sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle Hz. Ali’dir! (Emirdağ Lah)

**

Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyin’in ve Gavs-ı Âzamın gaybtan haber vermesiyle, şakirtlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünkü Hz. Ali, üç gaybî kerametiyle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi, Gavs-ı Âzam da kuvvetli bir surette Risale-i Nur’dan haber verip tercümanını (yani kendisini) teşcî etmiş… Ben Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Âzamdan ve Zeynelâbidîn ve Hasan, Hüseyin vasıtasıyla İmam-ı Ali’den almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. (Emirdağ lah)

**

Risale-i Nur’un (Allah tarafından) kabul edilmesinde şahsımın bir şerefi ve hüneri yoktur! Risaleler sırf bir ikram-ı İlâhîdir! Gönderdiğim yazı; Risale-i Nur’a Celcelûtiyenin vermiş olduğu olağanüstü değerde şahsımın bir lem’ası, bir hüneri olmadığına dairdir. Böyle makbul bir eserin mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yoktur. Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten, koca, dağ gibi bir ağacı halk etmek ilahi kudretin âdetidir. Ben yeminle temin ederim ki, Risale-i Nur’u övmekten maksadım, Kuran’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir. (Emirdağ lah)

**

“Yeni Said’in hususî üstadı olan İmam-ı Rabbânî, Gavs-ı Âzam ve İmam-ı Gazâlî, Zeynelâbidin, hassaten Cevşenü’l-Kebîr münacatını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hz. Hüseyin ve Hz. Ali’den aldığım ders, otuz seneden beri, özellikle Cevşenü’l-Kebîr’le daima onlarla olan manevi irtibatımla, Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi (kurduğum sistemi) almışım…” (Emirdağ L,I, 154))

“Madem Hz. Ali “Peygamber bir ilim şehri ise, Ali’de onun kapısıdır.” Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak harika kerametler göstermiştir. Hem madem âhirzamanda gelecek hadiselere karşı Kuran ve Âl-i Beyt yönüyle herkesten fazla ilgilenir. Hem madem esrarlı “Ercüze ve Celcelûtiye Kasidesi”nde gelecekte olacakları haber veriyor. Ve “gayba dair esrarı benden sorunuz” diye iddia ederek kısmen iddiasını geleceğe dair verdiği doğru haberler ile ispat etmiştir. Hem madem o iki kasidesinde takip ettiği en mühim esas ve en büyük ders İsm-i Âzamdır. Ve ism-i Âzam ile meşgul olanlar ile konuşur, teselli ve teşvik eder. Hem madem bu iki kaside geleceğe baktıkları vakit çok işaretler ile, hem manaları ile, hem cifri hesabıyla şu zamanımızı ve şu zamandaki ilginç hadiselere parmak basıyor. Ve aynı hadiseyi tekrar be tekrar işaret ediyor. Hem madem Risale-i Nur bu zamanda iman ve Kuran hizmetinde Hz. Ali’nin dikkatini çekecek en önemli bir hâdisedir. Ve Hz. Ali’nin hizmet ettiği ve üstünde titrediği iman ve Kuran hakikatlerini Risale-i Nur, harika bir şekilde kesin delillerle ispat etmiştir.

Hem madem bu iki gaybî kasidenin ruhu ve özü olan Sekine’yi ve İsm-i Âzamı bu zamanda herkesten çok kendine vird edinen ve on 13 seneden beri İsm-i Âzamla beraber, içinde bin bir ilahi isim bulunan Cevşenü’l-Kebîr ile Kuran ilimlerinin hazinesini açan, Kuran’ın tefsiri mahiyetindeki 120 risaleyi yazan ve 24 saatte 171 defa Sekine ve İsm-i Âzam denilen meşhur altı ismi 1300 mükerrer ayetle okuyan ve Âl-i Beytin manevi bir mirası olan Cevşenü’l-Kebîr’i kendine üstad eden ve ilk başlarda günde bir defa bazen iki-üç defa tamamını okuyan said Nursi’dir. Hem madem iki kasidenin altı yerinde ondan haber veriyor… Ve 13 seneden beri İsm-i Âzama devam eden o şakirdin ömrünün 13 önemli olayına13 surette işaret ettikleri adam, Risale-i Nur müellifidir. Elbette yukarıdan beri saydığımız bu deliller şunu göstermektedir ki; Hz. Ali Ercüze ve Celcelûtiye’sinde Risale-i Nur’u alkışlıyor, haber veriyor ve müellifi ile konuşuyor, teselli ediyor.” (28.Lem’a)

“Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebîrden ve Celcelûtiyeden aldığı bir kuvvet ve feyizle hilâfet görevinin en önemlisi olan iman hakikatlerini yaymak noktasında Hz. Hasan’ın altı aylık kısa halifelik süresini uzun bir zamana çevirdiğini, dolayısıyla ona beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü, hakiki adaleti bu asırda gerçekleştirme yeteneği bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevisi olan Said Nursi, Hz. Hasan’ın bir muavini, bir tamamlayıcısı, bir manevi çocuğu hükmündedir…” (Emirdağ L. I, 40)






[1] Bu bölümleri allame-i cihan Said Nursi tercüme edememiş, Nurcular Süryani bir papaz bulup, ona tercüme ettirmeye çalışmışlar! Lâkin o da bu azimet, ilm-i havass türü bu uydurma kasideyi tercüme edememiştir!

Süryanî papaz Aziz Günel Bey bu üç beyte söyle meal vermiştir;

“Rahatlık buldu, kanallara girince; Yükseldi zirveye yürüyerek çıkınca;

Kanallardan geçerken yardıydı vadileri; Mayalanmış, büyümüş ve yükselmiş bir gelişme ile;

Şişmiş, süratli yükselmiş dağlar, Onun varlığıyla kâinat mamur olmuş”


[2] Said Nursi, Hz. Ali’nin Allah’tan bir koruyucu cin istediğini şöyle anlatır; “Hz. Ali; Celcelûtiyenin çok yerinde ve sonunda bir koruyucu istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düşmanlarının namazda kendisine saldıracağı endişesinden kurtulmak istemiştir. Bundan dolayı namazdaki huzurunun bozulmaması için, bir muhafız cini Allah’tan istemiş.” (Emirdağ Lahikası)


[3] Sorularla Risale,


[4] Sorularla Risale, 31/7/2010, A. Kadir Badıllı, Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları


[5] Yaşar Kandemir, Ali md. DİA, C.2, s.375


[6] Biz Ehl-i Sünnet, evliyaların keramet ve keşfiyata mazhar olduğuna inanırız. İnsan uykuda maddesi belli bir yerde iken; ruhu ve latifeleri misal âlemlerinde gezip istifade edebilir. Ayrıca hayat tabakaları çok çeşitli ve farklı özelliklere sahiptir. Mesela cismaniyetin, ruhaniyetin, şühedanın, meleklerin, bazı peygamberlerin, kabir ehlinin, cinlerin, ayrı ayrı hayat tabakaları vardır. Hz. Ali gibi mühim zatlar tasarruf sahibidirler. O, bütün velayet ve ilimlerin bir bakıma kapısıdır. Vefatından sonra da ruhunun ihata alanı artar! Hz. Ali’ye sır ve ledün ilmi ile gelecek ile ilgili olaylar gösterilmiş ve bildirilmiştir! Bu nedenle Hz. Ali ahir zamanda büyük bir davanın temsilini ve hizmetini üstlenen Said Nursi ile görüşmesi, münasebete geçmesi gayet normal, makul ve tahakkuk etmiş bir meseledir. Bu mesele sadece Üstadımız için değil, her ehli kalp ve maneviyat sahipleri için gerek yakaza (uyanık), gerekse rüya âleminde gerçekleşmesi mümkündür. Her zaman gerçekleşebilir! [Sorularla Risale, 06-5-2009]



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder